meta name="alexaVerifyID" content="Epz-YnsxGuo_2P1ZE9zqIEZlSqw" />
Logo Design by http://www.worldviator.com

20 Şubat 2012 Pazartesi

İTALYA



                                       Aşkın Sanatla Buluşması

Her ülkenin mutlaka gidilip görülmesi gereken yerleri vardır. Avrupa`da katedraller, çesmeler ve goik tarzı binalar ile süslü meydanlarda yapılacak gezintiler size büyülü fotograf kareleri sunacaktır. İtalya`da Roma, Floransa ve Venedik şehirlerini mutlaka ziyaret etmenizi öneririz. Her üç şehirde sizlere muhteşem güzellikler sunmaktadır. Genel olarak bir bilgi verecek olursak:



Roma

Capitoline Tepesi ve Forum, Colosseo (Kollezyum), San Pietro (St. Peter) Bazilikasi, Vatikan Müzeleri (Sistina Sapeli), Pantheon, Santa Maria in Trastevere Kilisesi, Fontana di Trevi (Ask Çesmesi), Antik Appia Yolu ve `Catacomb`lar, Caracalla Termalleri, Ispanyol Merdivenleri, Villa Borghese ve şehrin Pincio ve Gianicolo Tepelerinden panoramik manzarasına bakış.




Floransa (Firenze)

Coğrafi olarak ülkenin yaklaşık tam ortasında, Arno Irmağı ile ikiye ayrılmış, Toskana`nin yuvarlak tepeleri ile çevrili olan Floransa`nın etkisinde kalmamak olanaksızdır. Burası, Michelangelo, Leonardo da Vinci, Dante, Machiavelli, Galileo ve Medici`lerin şehridir. Bankerler ve terziler şehri olan bu küçük şehir, Rönesans`in doğdugu merkezdir. Floransa, yürüyerek gezilebilir. Ziyaretçiler, 384 basamaklı Santa Maria del Fiore Katedralini mutlaka görmelidirler. Katedral, Yüksek Gotik tonozlu yalın iç bölümü ve çevresindeki yapılar ile bılınmektedir. Giotto tarafından inşa edilmiı Kilisenin çan kulesi, çok renkli mermerlerle yapılmıştır; Romanesk yeşil-ve-beyaz mermerli Vaftizhane, Cennet Kapısı olarak adlandırılan Doğu Kapısı ile meşhurdur. 14. yüzyıla tarihlenen ve bir kapalı köprü olan Ponte Vecchio Fiorentina`nın sınır taşı konumundadır. Kuyumcu mağazaları 16. yüzyıldan beri köprünün her iki tarafinda birer dizi oluşturmaktadırlar. Loggia della Signoria, eski saray ve Uffizi Müzesi ile çevrili Piazza della Signoria, Michelangelo`nun meşhur David (Davut Peygamber) heykelinin (orijinali komşu semtte bulunan Güzel Sanatlar Akademisindedir) de bulundugu heykellerle donatılmış bir açık hava müzesi gibidir. Michelangelo ile aralarında Galileo`nun da bulunduğu 274 kişinin mezarı Santa Croce Kilisesindedir. Donatello, Giotto, Cimabue ve Brunelleschi tarafından yapılan çalışmaların bulunduğu yaklaşık 135m uzunluğundaki Kilise, Floransa`nin eski mahallelerinden birisinde bulunmaktadır




Venedik (Venezia)

San Marko Katedrali, Çan Kulesi ve Doge Sarayı ile San Marko Meydanı. Venedik, meşhur ressamların evi, bir zamanların güçlü cumhuriyetlerinden birisinin başkenti, kanallar tarafından bölünmüş, su uzerine inşa edilmiş, gondollar ve sarayların rüya şehri.



Napoli

Museo Nazionale, Kraliyet Sarayı, Katedral, Castel Nuovo ve antik Kartaca San Marino manastırı. Şehirden yakın çevreye yapılacak gezilerle Ziyaretçiler, Ercolano, Pompeii, Amalfitana Sahilleri, Sorrento, Paestum ve 18 yüzyıl Kraliyet sarayı (La Reggia) ile Caserta`yı görme olanağı bulabilirler. Tekne veya feribot ile ise Ischia ve Capri adaları da rahatlıkla gezilebilir.





Genova

Milano`nun hemen güneyinde, Kolomb`un doğum yeri, Liguria Sahillerine (veya Italyan Rivierasina) açılan kapı.




Piza (Pisa)

1350 yılında yapımı tamamlanan meşhur Eğik Kulesi (Torre Pendente) `ne ev sahipliği yapan Piza, Floransa`ya yaklaşık 90 km uzaklıkta, Arno Irmağının denize döküldüğü yerde bulunmaktadır. Bu Romanesk beyaz mermerli çan kulesinin eğik olmasının iki ihtimali bulunmaktadır; Ya yapının temelinde bulunan toprak zeminin yumuşak olması ya da temel inşaatı hatası. Aynı zamanda Galileo`nun doğum yeri olan Piza, Byron`a göre bir zamanlar Don Juan`ın da yasadığı mekandı.




Milano

Lombardia`nın Göller Bölgesine yakın, Scala Tiyatrosu, beyaz mermerli Katedrali, Sforza Kalesi, Sant`Ambrogio Bazilikasi ve Leonardo`nun Son Yemek Sahnesi`nin bulunduğu S. Maria delle Grazie Kilisesi ile Italya`nın ticaret, endüstri, müzik ve kültürel merkezi.

Ravenna

Galla Placidia Mozolesi, Katedral Vaftizhanesi, Basilica di San Vitale, S. Apollinare Nuova ve S. Apollinare in Classe Bazilikaları ile Bizans sanatının eşi bulunmaz mücevheri.

Torino

Alp dağları manzaralı Po Irmagının kenarında bulunan Torino, Italya Birliği`nin ilk başkentidir. Via Roma caddesinde zarif ve sık alışverış mağazaları önemli bir kültür ve artistik merkezdir.
Ziyaretçiler, Piazza San Carlo, Palazzo Madama (eski sanatlar müzesi), Mısır Müzesi, San Giovanni (John) Katedrali, Kraliyet Sarayı ve Valentino Parkı ile Kalesini gezebilirler.

Diğer önemli şehirler:

Sanat mücevhevleri ile Siena; panoramic manzaralı tepe kasabaları Perugia ve Assisi; üniversiteleri (Avrupa`nın en eskisi) ile meşhur kemerli ortaçağ şehri ve lezzetli yemekleri ile Bologna; siyah ve beyaz mermerle inşa edilmiş ihtisamli Katedrali ile Orvieto; Kuzeyde, Bergamese Alplerinin eteklerinde olağandışı konumu ve anıtları ile Bergamo; ve yunan tapınakları ile Sicilya.

18 Şubat 2012 Cumartesi

İZLANDA



                                                Buz Ve Ateş Ülkesi

İzlanda, gerek İzlandacada gerek İngilizcede “buz ülkesi” anlamına geliyor. Vikingler burayı ilk keşfettiklerinde adanın buzullarından ötürü bu ismin yakışacağını düşünmüşler. Aslında bu isim bir bakıma bu Atlantik Okyanusu’nun kuzeyinde yer alan ada ülkesine uyuyor, bir bakıma uymuyor. Uyuyor çünkü ülkenin kimi yerlerinde buzullar var. Hatta Avrupa’nın en büyük buzulu Vatnajökull ülkenin güneydoğusunda yer alıyor. Ama bu isim ülkenin birçok yerinde karşınıza çıkan termal sıcak su kaynakları, volkanlar ve lavlardan ötürü uymuyor da. İzlanda daha çok iki elementin ülkesi: buz (su) ve ateş…

İzlanda Avrupa ve Kuzey Amerika arasında yer alan bir ada ülkesi. Bu iki kıtanın katmanlarının ayrıldığı nokta bu ada üzerinden geçiyor. Ülke coğrafik açıdan çok yeni… Hatta patlayan volkanlarla genişlemeye devam ediyor.

İzlanda özellikle dünyanın hiçbir yerine benzemeyen etkileyici yeryüzü şekilleri ve doğasıyla ünlü. Ülke volkanlarla, lav kalıntılarıyla, buzullarla, dağlarla, uçurumlarla, termal göllerle, gayzerlerle, tundrayla, nehir ve şelalelerle dolu… Ayrıca çok çeşitli kuş türleri yaşıyor bu adada. Ve tabii ki deniz memelileri adayı çevreyen okyanusta gözlemlenebiliyor. Kambur balinalar, mavi balinalar, orkalar ve yunuslar kıyılara yaklaşıyorlar.

Ülkeye dair ilginç özelliklerden biri volkanik hareketlilik... Bu hareketlilikten ötürü bir gördüğünüzü bir daha göremeyebiliyorsunuz. Ülke coğrafyası sürekli değişiyor ve yüzölçümü genişliyor.
Endonezya da patlayan bir volkanın Kuzey İrlanda'ya kadar tüf ulaştırdığını görebiliriz.

Görülebilecek ve Yapılabilecekler
Reykjavik
Ülkenin başkenti Reykjavik, aynı zamanda ülkenin en çok nüfusa sahip yerleşim bölgesi… Hatta ülke nüfusunun neredeyse yarısı bu şehirde yaşıyor. Bu yüzden ülkenin kültürel ve ticari merkezi de burası. Şehrin bir diğer özelliği, turistik amaçlarla kurulmuş ya da düzenlenmemiş olması. Bu yüzden şehri tanırken aynı zamanda İzlandalılar’ın günlük yaşamına da tanık olacaksınız. 





Reykjavik, dünyanın en kuzeyde yer alan başkenti. Ama buna rağmen ılıman bir iklime sahip. Ayrıca dünyanın en temiz ve güvenli şehirlerinden biri. Reykjavik’teyken kesinlikle yapmanız gereken şeylerden biri yüksek bir yere çıkıp şehrin manzarasını seyretmeniz. Birbirinden renkli çatılar ve tertemiz hava sizi büyüleyecektir. Bunu en iyi yapabileceğiniz yer ise Hallgrimskirkja’nın kulesi. Bu kilise aynı zamanda İzlanda’nın en yüksek yapısı... Yaklaşık 75 m.lik kulesi 20 km. uzaktan dahi görülebiliyor. Kuleye asansörle çıkılabiliyor. Oldukça ilginç bir mimariye sahip, etkileyici bir yapı…

Şehri seyredebileceğin bir diğer yer gene ilginç mimarisiyle görenleri etkileyen Perlan. Perlan’ın tepesinde oldukça iyi bir restoran ve kafe bulunuyor.
 

Reykjavik’in eski şehir merkezi ve buradaki binalar çok etkileyici. Şehir merkezinde birkaç saat yürüyerek vakit geçirin, rengârenk çatılara bakın, şehir merkezinde bulunan Tjörnin Gölü’nün kıyısında oturup güzel kuğuları ve diğer su kuşlarını seyredin.

İzlanda ve Viking tarihine dair ilginç bilgileri ise İzlanda Ulusal Müze’dan edinebilirsiniz. Müzenin girişinde ise hediyelik eşya satan dükkânlar var. 




Tingvellir Ulusal Parkı Bu ulusal park, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Park özellikle ilginç yer yüzü şekilleriyle ünlü. Bu parkın sınırlar içinde Avrupa ve Kuzey Amerika kıta platformlarının ayrıldığı yerleri görebiliyorsunuz. Her sene birkaç santimetre daha birbirinden uzklaşıyor bu iki kıta.

Ayrıca bu parkta dünyanın en eski parlamentosu Altingi yer alıyor. 





Mavi Lagün
Reykjavik’in güneyinde yer alan bu lagün, bir jeotermal havuz. Keflavik Havaalanı ve Reykjavik yolu üzerinde yer alan bu göl turistlerin özellikle ziyaret ettikleri bir yer. Giderken yanınızda mayo bulundurun.
 







 Höfn ve Vatnajökull
Doğu İzlanda’da yer alan Höfn, Reykjavik’ten 460 km. uzaklıkta. Şehir, Avrupa’nın en büyük buzulu Vatnajökull’ın kenarında, deniz kıyısında yer alır. Bu noktada buzullar denize akıyor. Şehirden çevredeki ulusal parklara, buzullara ve buzulların denizle birleştiği bölgelere çeşitli turlar düzenleniyor. Höfn’e yapacağınız seyahat size, kesinlikle hayatınız boyunca unutamayacağınız bir deneyim yaşatacaktır.

Çevredeki en çok ziyaret edilen ulusal parklardan biri Svartifoss Ulusal Parkı. Parktaki şelale özellikle görülmeye değer.

Minik Notlar


  • İzlanda’ya eğer yazın giderseniz güneşin hiç batmadığını, havanın hiç kararmadığını göreceksiniz. Bu sizin için unutulmayacak bir deneyim olacak. İzlanda dünyanın en güvenli ülkesi. Hırsızlık oranı çok düşük. Ancak yerleşim yerleri dışındayken tabelalara uymaya dikkat edin. İzlanda’nın coğrafyası oldukça değişken ve zorludur. Ayrıca deniz kıyısındayken dikkatli olun. Deniz dalgaları sandığınızdan hızlı sertleşebiliyor. <İzlanda’nın iklimi hızla değişebiliyor ve sertleşebiliyor. Dışarıya çıktığınızda bu duruma hazırlıklı giyinin. >İzlanda mutfağının iki önemli parçası balık ve koyun. Eğer vejetaryenseniz Reykjavik’teki iki güzel vejetaryen restoranlarını deneyin.
  • Reykjavik’in oldukça renkli bir gece yaşamı var. Özellikle yazın hiç kararmayan havasında, gece geç vaatlere kadar eğlenmek ilginç bir deneyim olabilir.



17 Şubat 2012 Cuma

FAS




                                 Kazablanka Ve Marakesh

Coğrafi olarak Avrupa ya yakınlığı ile kültürel açıdan diğer Kuzey Afrika ülkelerinden farklılık gösteren Fas Kuzeyinde Akdeniz batısında Atlantik Okyanusu ile çevrili eşsiz bir ülker.Muhteşem havası,bozulmamış Akdeniz ve Okyanus sahilleri,verimli ovaları,yılboyunca üzerinden kar eksilmeyen Atlas dağları ve yanı başındaki Çölü ile Fas Afrika'nın en şanslı ülkesidir.
Hollywood’un zihnimize neon ışıklarıyla kazıdığı Kazablanka adının gerisindeki kenti ve Avrupalıların Binbir Gece Masalları fantezisinin cisimleşmiş hali Marakesh’i gelin birlikte keşfedelim.

Havalimanındaki pasaport kontrolünde uzayıp giden kuyrukta beklerken, kara kıtanın en hareketli kavşaklarından birinde olduğumu anlıyorum. Kazablanka’daki V Muhammed Havalimanı, kadim kentlerin pazar yerlerini andırıyor Afrika’nın hemen her yerinden gelen siyahi yüzlerin çeşitliliği hayret verici! Aynı renkliliği kentin içinde görmek ise mümkün değil. Kazablanka, Afrikalıların çoğu için transit bir nokta olmalı. Fas’ı ziyaret eden turistlerin büyük bir kısmı da Atlantik kıyısındaki bu bembeyaz kenti, daha egzotik duraklar için bir geçiş yeri olarak kullanıyor zaten. Biz de çölün pembe şehri Marakesh’e geçmeden önce, burada birkaç gün kalmaya niyetliyiz.



Fasın en ünlü şehri ünlü filmi ile hafızalarımıza kazınan Kazablanka. Filmin kendisi kadar ünlü barını ve piyanosunu merkezdeki Hyatt otelinin içerisinde görmeniz mümkün.Atlas Okyanusunun hemen kıyısında bulunan şehrin en önemli özelliği de dünyanın 2. büyük camisini barındırıyor olması. Aynı anda 120 bin kişinin namaz kılabildiği bu muhteşem büyüklükteki camii deniz üzerine dolgu yapılarak inşa edilmiş. Kazablankanın her yerinden görülebilen camiinin yapımı için 900 milyon euro harcandığı söyleniyor.

Atlas okyonusu kıyısnda bulunan Kazablanka dışında Fas ın hazineleri en iyi korunmuş ortaçağ şehirleri olan Marakesh,Fes ve Meknes de gizli.Kokuların dışarıya taştığı baharatçılar,tahta oymacıları,binbir renk kumaşların satıldığı dükkanlar ,halıcılar,bakırcılar Medina denilen eski ortaçağ şehirlerinde bizleri bekliyor.Tüm bu dükkanların yer aldığı labirent benzeri dar sokaklı çarşılarında yolunuzu kaybetmeden gezimek nerede ise imkansız.Öyleki buraya turist getiren tüm seyahat acentaları müşterilerinin kaybolmasını önlemek için grubu uzaktan takip eden gözlemciler çalıştırıyorlar.Çarşıda gördüğünüz her dükkanda sanki yüzyıllar öncesinden kalmış bir hazineyi keşfedeceksiniz hissi ile saatlerinizi geçirebiliyorsunuz.Bu dükkanların başında ise özel ve formülü gizli iksirleri ile her derde deva ilaçları üreten baharatçılar geliyor.Tamamen bitkisel özel karışımlar ile hazırlanan solüsyonları, bitkisel terapi losyonları,masaj yağlarını bu dükkanlarda bulmanız mümkün.Ayrıca özel istek üzerine hazırlanan bitkisel ilaçlarda buralarda bulanabiliyor.Fas da sadece alış veriş ve çarşıları dolaşmak için tüm bir haftanızı ayırabilirsiniz.Fiyatlar oldukça makul ve başka hiç bir ülkede bulamayacağınız etkin eşyalar mevcut.El işi süs ve dekorasyon eşyaları bunların başında geliyor.Yinede bir hatırlatma yapmadan geçmeyelim.Fas da pazarlık etmeden alış veriş yapmayın.Söylenen fiyatın yarısını teklif edin.




 Fas da dikkat çeken diğer bir unsur insanların tercih ettikleri kıyafetler.Cilbab yada cillabe denilen geleneksel elbise hem erkekler hemde kadınlar arasında çok yaygın.Elbiselerinin üzerine bir üzt elbise yada iç giysileri ile birlikte tek olarak giyilebilen bu geleneksel kıyaferin her rengini bulmak mümkün.Pamuklu kumaşlar tercih edilerek yapılan cillabeyi özellikle erkeklerin kukuletalarını tkarak dolaşması ilginç görüntüler oluşturuyor.


Fas da yemekler bizim damak tadımıza çok yakın.Geleneksel yemekleri kuskus dedikleri ince irmikden hazırlanan pilavları.Bunun içine bazen safran katıyorlar.Her yemeğin yanında mutlaka kuskus tüketiliyor.Diğer ve çok ünlü yemekleri ise ‘tanjine’ dedikleri et yemeği.Bu yemekte ekzotik tatlar sunan değişik aromalar kullanıyorlar.Fas da yemek konusunda en ufak bir zorluk çekmezsiniz.Yemekleri çok lezzetli ve çok çeşitli.fiyatları ise inanılmaz ucuz.Fas a gittiğinde mutlaka et yemeklerini deneyin.Etin tadı diğer başka ülkelerde bulamayacağınız kadar lezzetli.




Okyanusun İncisi: AGADİR
Atlatik okyanusu kıyısında Marakese 3 saat uzaklıkta Fasın Antalyası Agadir.Ülkenin turizm başkenti olan şehirde Turistik tesislerin kalitesi Avrupa lı turistleri kendine çekiyor.Özellikle Fransızların ve Almanların yeni gözdesi olan Agadir de Casinodan gece klüplerine kadar hertürlü eğlenceyi bulmak mümkün.Atlas dağlarının eteklerinin okyanus ile buluştuğu yerde bulunan Agadir konaklama fiyatları ilede cazibe merkezi olmaya devam ediyor.Şehirdeki tüm otellerin kaltesi ve halkının inanılmaz sıcaklığı buraya tatil için gelen turistlerin neden bu bölgeyi defalarca seçtiklerinin kanıtı gibi.Ülkemizde henüz fazla tanınmayan Agadir tatilcilere sunduğu sucuba diving,paraşüt, dalga sörfü,rüzgar sörfü,çölde safari gibi yüzlerce alternatif tur programları ile önümüzdeki dönemlerde türk turistlerinde çok talep ettikleri tatil beldelerinden biri olacak gibi.

Ülke isminin kendi dilindeki anlamı "El-Magrip" yani en batıdaki yer anlamına gelse de diğer Avrupa ülkeleri burayı "Müslüman" anlamındaki 'Morocco' ya da 'Maroc' isimleriyle anmayı seçmişlerdir. Bizim dilimizdeki Fas ismi ise fes takma kültürüyle ilk orada karşılaşmamızdan dolayıdır.
Nüfusunun yarısından fazlasını Araplar oluşturur. Bölgenin yerlileri ise Berberiler’dir. Fas krallıkla yönetilen bir ülkedir. Batı yanlısı bir yönetim ile yönetildiğinden İslami kurallardan uzak bir şekilde yönetilirler. Hükümet tarafından seçilen Kral ülkede geniş yetkilere sahip olmuş olur. Fas’ın gelir kaynaklarının büyük bir bölümü turizmden karşılanıyor.
Fas’a gittiğiniz zaman Marakeş, Fes ve Meknes’i mutlaka görmelisiniz. Birbirinden güzel çarşılar, müzeler, saraylar ve şehir merkezleri aklınızı başınızdan alacak. Morocco’nun meşhur beach’leri de güne başlamadan önce stres atmanız için sizi bekliyor olacak. Fas’ın meşhur Sahra Çölü’nde ise develere binip, çöl turu atabilirsiniz.




Marakeş sizi bekliyor…
Marakeş’in oldukça eski bir tarihi var. 1062 yılında Almoravide hanedanlığının başkenti olarak kurulmuş, hanedanlığın başkenti olmasıyla oldukça güç kazanmış ve zamanla önemli bir ticaret kenti olmaya başlamış. O dönemden bu yana ticaret kenti olmasından dolayı, kente fazlasıyla bina ve tarihi eserler yapılmış.
Marakeş, Atlas Dağları’nın eteklerinde bulunuyor. Görkemli tarihi, güzelliği, birazcık gürültüsü ve kocaman bir şehir olması sizi eminizki çok etkileyecek. Marakeş’te yapacak aktiviteler hiç bitmeyecek ve seyahatinizden dönerken bile gezilecek yerlerden daha gitmediğim nereleri var acaba diye içinizden geçireceksiniz.


Djemaa el Fnaa Meydanı: Bu meydan Marakeş’in kalbi gibidir ve burası için Fas’ta gezilebilecek ilk yer denilebilir. Tam anlamıyla Fas kültürünü yaşamak istiyorsanız, bu meydanda uzun saatlerinizi geçirebilirsiniz. Gece başka gündüz bambaşka olan bu meydanda, farklı bir dünyayla karşılaşmaya hazır olun.
Bir yanda yılan gösterileri, bir yanda büyücüler, bir yanda hikaye anlatanlar, bir yanda incik boncuk tezgahları, kumaşlar dokumalar kilimler... ve renkli kıyafetleriyle Faslı insanlar... bu meydan Fas için, renklerin dünyası yakıştırmasının nedenini anlatır gibi...



Klasik filmlerin ismini aldığı; CASABLANCA…
"Bir daha çal Sam" bu sözler size neyi hatırlatıyor? Humphrey Bogart, Ingrid Bergman’ın oynadığı efsanevi film Casablanca...

Casablanca’yı sadece bu filmle geçiştirmek biraz haksızlık olur doğrusu! Casablanca şehri bir filmle hatırlanmaktan, daha fazlasını hak ediyor. Fas’ın bu şehrinin diğer şehirlerine göre daha modern bir görünüşü vardır. Palmiye ağaçları okyanusun dalgalı suyu kilometrelerce uzanan sahiliyle Fas'ın diğer şehirlerine nazaran farklı bir görüntü sergilemektedir.


 





Fas'ın her şehrinde, eski ve yeni şehir diye bir ayrım var. Eski şehir, büyüleyici yapılar, camiiler, saraylar dar sokaklar ve bu dar sokaklarda bulunan küçük atölyelerden ülkenin önemli yapılarını oluşturuyor. Yeni şehir ise, daha çok modern oteller yüksek binalar lüks kafelerden meydana geliyor.
Fas’ın Atlas Okyanusu kıyılarında olan bu kentinde, bir yanda Fas kültürünün gelenek ve göreneklerini yaşayabilir, bir yanda ise dalgalı okyanusun keyfini çıkarabilirsiniz, beyaz köpüklerin arasında sörf yapabilir iç şehirde beyaz ve maviden oluşan yapıları inceleyebilir, dış şehirde bulunan modern yapıları gezebilir, özel tasarımlı kafelerinde nane çayı içerek keyfi yapabilirsiniz.




"Timbuktu 52 gün" göreceğiniz bu levhanın anlamı eski zamanlarda bedevilerin bu çölü 52 günde geçtiklerini ifade etmektedir. Evet Fas’tasınız ve buranın tam anlamıyla her şeyini anlamak için uçsuz bucaksız çöllerinde develerin sırtında kafanızda büyük şapkalar ya da daha mistik bir hava için Faslıların giydiği pelerinleri giyerek, çadırlarda konaklayabilir, gece çöl soğuğunda kumların üzerinden gökyüzünü ve yıldızları seyredebilirsiniz.

Ancak çölde dikkat etmeniz gereken bazı unsurlar var. Öncelikle bol bol su tüketmeye çalışın, ince ve pamuklu kıyafetler giyin, ve yanınıza mutlaka çok iyi bir harita alın.




Fas’ın mutfağı için söylenebilecek olan ilk şey, yemeklerinde acı ve baharat kullandıkları olacaktır. Aslında Fas'ın yemek kültürünü çok yadırgayacağınız söylenemez. Fas mutfağı; Fransız İspanyol ve İtalyanlarınyemeklerinden etkilenmiştir. Ancak en çok Doğu yemeklerinin tadı sezinlenmektedir.
Fas’ta genellikle yemekler et ürünleri ağırlıklıdır. Bol baharat ve acı içeren et yemeklerinden en ünlü olanı ise; "tanjine" adlı yemekleridir.


Fas’ta her yemekte en çok tüketeceğiniz yiyecek ekmek olacaktır. Fas’ta ekmeğin ayrı bir özelliği vardır. Ekmek kadar önemli olan bir diğer yiyecek ise meyve ve sebzedir. Özellikle Akdeniz meyve ve sebzeleri sizi çöl sıcağında oldukça serinletecek olan yiyeceklerden arasındadır. Fas’ın bütün şehirlerinde rastlayabileceğiniz bir diğer yiyecek ise, hurmadır. Hurmanın Fas’ta manevi bir değeri olduğu kadar masalarından eksik olmayan bir yiyecektir. Tabii nane çaylarını da unutmamak gerekiyor. Fas'ta en çok tüketeceğiniz şey, sıvı içecekler olacaktır. Sizde Fas'ta, harareti kesmek için soğuk bir şeyler içmek yerine sıcak nane çayı içerek serinleyebilirsiniz.


Fas’ta yemek yiyebileceğiniz mekanlar hakkında bilgi vermek gerekirse, ilk olarak Marakeş’te bulunan Djemaa el-Fna Meydanı'ndan bahsetmek gerekir. Bu meydan gündüz ayrı gece ayrı... eğlenceli ve hareketli bir ortam olmasının dışında, yemek yemek içinde oldukça değişik ortamlardan birisidir. Bu meydanda hava kararmaya başladıktan sonra bir anda gündüz ki kalabalıktan daha yoğun bir kalabalığa bürünür meydan, çevrenizi bir anda yemek kokuları ve ızgara cızırtıları sarar. Bu meydanda yemek yerken tam anlamıyla farklı bir ülkede farklı bir kültürde olduğunuzu yaşayarak anlarsınız.


Fas'ta deniz ürünlerini de unutmamak gerekir. Essaquıra’da bulunan limanda balık yemenin keyfini doyasıya yaşayabilirsiniz.Bu arada olurda Fas'ın acılı ve baharatlı yemeklerini beğenmezseniz, şunu unutmayın! Fas'ın her şehri ikiye ayrılmıştır. Bir bölümü geleneklerine bağlı, diğer bölümü ise modern bir şehirdir. Fas'ın modern şehirlerinde aradığınız her tarzda yemeği bulmanız mümkündür.Fas’ta alışveriş; büyülü bir kelime gibidir... İster Marakeş’te olun, ister Casablanca’da hangi şehirde olursanız olun. Alışveriş kelimesi aynı anlama gelmektedir. Fas'ta alıveriş; renktir, eğlencelidir, büyüdür, garip bir sihirdir... siz bir şey satın almak istemeseniz de, farkına bile varmadan bir çok şey satın almış bulursunuz kendinizi. Renkli, ışıl ışıl, parıl parıl alışveriş dünyasında kopartamazsınız kendinizi.Fas’ta alışveriş sokaklarda yaşanır. Sokak tezgahlarında, sokakların aralarına kurulan atölyelerde, küçük dükkanlarda... Fas’tan alabileceğiniz şeylerin başında ise; kıyafet ve kumaşlar gelecektir. Öncelikle uzun pelerinlerden mutlaka almalısınız. İsterseniz Fas'ın yaşam tarzına, ayak uydurmak için ilk gittiğiniz gün bu pelerinlerden satın alıp bütün Fas geziniz boyunca, bu pelerinlerle gezersiniz, isterseniz de evinize dönüşte kendinize ve sevdiklerinize güzel birer hediye olması için satın alabilirsiniz. Fas'ta alışveriş, tabii ki de sadece pelerinden oluşmuyor. Özellikle Fes Porselenleri, çanak çömlek, takı, gümüş objeler, kilim dokuma halılar, eşarp gibi bir çok ürün alışveriş listenizde başında yer alacaktır. Hatta Fas’ta alışveriş olayını abartıp, yılan bile satın alabilirsiniz. Ancak, bunu gümrükten çıkartırken ne gibi sorunlarla karşılaşırsınız doğrusu bilinmez!
Fas'ta alışveriş yapmak için belli bir merkez verilemez. Her şehrin mutlaka, alışveriş yapmak için büyük bir çarşısı vardır. Marakeş'te The Souk, Fes'te Medina'nın içinde bulunan çarşılar bunlardan sadece bir kaçıdır. Ayrıca, Fas'ta geleneksel çarşıların haricinde, modern şehir diye adlandırılan bölgelerde lüks mağazaları bulmanız mümkün.
Fas’ta ulaşım:


Fas’ta şehir içi ulaşımda ise, genellikle taksi seçeneklerinden yararlanabilirsiniz. Ya da araba kiralayabilirsiniz, ancak Fas’ta her konuda, özellikle taksi ve araba kiralama konusunda sıkı bir pazarlık yapmanız gerekmektedir.
Fas’ta şehirler arası ulaşım için, ilk seçenek olarak tren yolculuğunu tercih edebilirsiniz. Trenlerle, hem keyifli hem de rahat bir yolculuk yapabilirsiniz. Ancak karayolu ulaşımı, çok daha keyifli geçebilir. Fas'ta bir şehirden bir şehre ulaşmak için karayolunu seçerseniz yollarda görebileceğiniz manzara sizi etkilemeye yetecektir. Fas'ta karayolları oldukça düzenli ve rahattır, bunun yanında bir de Fas'ın manzarası eklenince çok keyifli bir yolculuk çıkacaktır ortaya.

PERU

                      

                         İlk Durağımız Peru



Peru'ya nasil gidilir, nasil gezilir, ne zaman gidilir, ne kadar harcanir, nerede kalinir, hangi yeme icme ve tatil mekanlari iyidir?

Peru, Turklerden vize istiyor. Turkiye'den almak uzun suruyor, Bolivya ya da Arjantin'den ise bir gunde alabilirsiniz. Ucakla giris yaptiginizda teorik olarak donus ucak biletinizin olmasi gerekiyor. Karadan girislerde donus bileti sorulmuyor. Giriste doldurgunuz turist kartini ulkeden cikarken de gormek istiyorlar, kaybetmeyin. Peru'dan baska ulkelere gecmeyi planliyorsaniz, vize planlamanizi onceden yapmaniz gerekecek.

Uçak Bileti
Turkiyede
http://www.ekobilet.com/, yabanci olarak http://www.kayak.com/ , http://www.edreams.com/ , http://www.expedia.com/ ucuza bilet temin etmenize yarayacak siteler. Peru'ya olan ucuslarda ABD uzerinden transit gelinebiliniyor ( vize gerekli). Baska bir alternatif ise Frankfurt ( transit vize gerekli), ya da Ispanya uzerinden gecip ABD'ye hic girmemek. www.lan.com Lima ve Santiago merkezli calisan bir havayolu, websitesine bakmak yararli olabilir.

Bilet fiyatlari tatil gunleri, resmi gunler, bolgesel kutlamalar ve bunun gibi nedenlerle gunluk olarak degisebilir, bundan dolayi birden cok kaynaga degisik zamanlarda bakmak yararli olur.

Ne zaman gitmeli?


Peru'da dort mevsimden cok bolge hava durumunu belirliyor. Peru'da tropik Amazon bolgesi oldugu gibi 5000 metrelik And daglari da var. Gidilecek yerin hava durumuna onceden bakmakta yarar var. Yuksek irtifada yuruyus yapacak olanlarin her zaman kalin bir seyler almalarinda yarar var. Baska bir nokta ise Peru otellerinin cogunda isitmanin hic olmamasi. Hava sogudukca verdikleri battaniye sayisini arttiriyorlar.
Ne kadar harcarim?



Guney Amerika'nin ucuz ulkelerinden biri Peru. Yerine gore gunde 15-30 dolara orta dereceli yerlerde kalarak ulkeyi gezebilirsiniz.




Nasil gezmeli? Tatil mekanlari

 
Ulke buyuk ve engebeli oldugu icin otobus yolculuklari uzun suruyor. Cruz del Sur firmasinin otobusleri uzun mesafelerde uzun ve rahat, hatta bizim Varan'lardan bile daha luks. Bunun yaninda yerel hatlarda “tavuk otobusu” denen eski otobuslerde calisiyor, neden “tavuk otobusu” dendigini yaninizdaki yolcu gidakladiginda ya da melediginde anlarsiniz. Ulkede gorulecek cok yer var. Kisa zamani olanlara Puno'dan baslayarak Titikaka golu, Arequpa sehri, Nasca cizgileri, Cuzco ve cevresi, Machu Picchu, Manu yagmur ormanlari ve Iquitos sehrine uzanabilirler. Peru, Guney Amerika'da en cok gorulecek yeri olan ulkelerden biri. Lima sehri bir istisna, turistik bolgeleri disinda geceleri disarida dolasmak pek hos degil.



Machu Picchu (1460-1470) Machu Picchu, Peru
Inka İmparatoru Pachacutec 15. yüzyılda Manchu Picchu olarak bilinen dağda bulutlar içinde bir şehir inşa ettirmiştir. Bu muhteşem yerleşim merkezi And platosundan başlayarak balta girmemiş Amazon ormanlarının Urubamba Nehrine kadar uzanmaktadır. İnkalar tarafından çiçek hastalığı salgınından dolayı terkedilmiştir. İspanyolların İnka İmparatorluğu’nu ele geçirmelerinden sonra şehir 300 yıl boyunca “kayıp” olarak kalmış ve 1911 yılında Hiram Bingham tarafından tekrar bulunmuştur.

Gelelim Machu Picchu'ya
Machu Picchu'ya gitmek için önce Cusco'ya gitmelisiniz. Lima'dan otobüs ve tren ile ulaşabilirsiniz. Cusco’dan dünyaca ünlü Machu Picchu’ya gitmek için ise bir kaç gün önce tren bileti almak gerekiyor. Oldukça fakir olan ülkenin en önemli gelirini İnkaların izlerini sürmeye gelen turistlerin bıraktığı dövizler oluşturuyor. Bu nedenle kayıp kente Machu Picchu’ya gitmek oldukça pahalı. (170 dolar ile 400 dolar arasında değişiyor.)

Andların yüksek dağlarında bulunan bu antik kente ulaşmak için önce Cusco’daki San Pedro İstasyonu' ndan kalkan turist trenine binmek gerekiyor. Fakat bir çok gezgin arkadaşla birlikte trende yer bulamadığımız için özel bir minbüsle iki saatlik bir yolculuğun ardından Urubamba Vadisi’ndeki tarihi İnka kentlerinden biri olan Ollantaytampo’ya varıyoruz. Burası 2.800 metre yüksekliğinde, taş bloklarla teraslamanın en güzel örneklerinin görülebileceği bir başka İnka kenti. Kısa bir mola’nın ardından Cusco’dan gelen Machu Picchu trenine biniyoruz.

Virajlı yollardan ilerleyerek karlı And Dağları manzarası eşliğinde bir saat daha gidip son durak olan termal kaplıcalarıyla ünlün Aguas Calientes’e ulaşıyoruz. Dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin kayıp kente bir an önce ulaşmak için duydukları heyecan yüzlerinden okunuyor. Ancak yolculuk henüz bitmedi. Etrafta mahşeri bir kalabalık var. Tüm rehberler kendi gruplarını bir köşede tamamlayıp çıkışa hazırlıyorlar. Machu Picchu’yu görmeye gelenlerin hepsi öncelikle buraya gelmek zorunda. Buradan sonra kayıp kente ulaşmanın iki yolu var. Bunlardan ilki “İnca Trail” denilen ve yerel bir acenteden alınan profesyonel destekle üç ile beş gün arasında değişen 88 km’lik bir yürüyüş yoluyla kamplar kurarak tepeler, dağlar, bayırlar çıkıp kayıp kente ulaşmak. İkincisi ise bizim de tercih ettiğimiz şekilde geri kalan yolu otobüslerle çıkıp Machu Picchu’yu günübirlik ziyaret etmek.






Gençlik Dağı anlamına gelen Machu Picchu, Urubamba Vadisi’nin yamaçlarında, 2 bin 430 metre yükseliğindeki bir tepenin tam sırtında bulunuyor. 1450 yılında inşasına kral Pachacuti zamanında başlanan kent 1493'te tamamlanmış. Anlatılanlara göre İspanyol işgali sonucu şehirlerini peş peşe kaybeden İnka liderleri 1536 yılında etraflarındaki az sayıda insanla birlikte bu gizemli kente yerleşir ve ülkeyi 30 yıl daha buradan idare eder. İnkalar, kaleleri 16. yüzyılda işgalci İspanyollardan korunmak amacıyla kullanırlar. Saklı kent adıyla da bilinen yapı, İnkalar tarafınan işgale direnmenin bir sembolü olarak da kabul ediliyor. Şehrin tam olarak hangi nedenle yapıldığı ise hâlâ bilinmiyor.

Rivayete göre Güneş Tanrısı İnti'ye daha yakın olabilmek için, ya da tanrılar ve seçkin insanlar için inşa edildiği ysöyleniyor. İşgalci İspanyollar bir efsane olarak duydukları bu büyülü şehri bulmak için çok uğraşmışlar ama başarılı olamazlar. 50 yılda binlerce işçi tarafından inşa edilen bu kentte güneşin çocukları sadece yüz yıl kadar yaşarlar. Son seçkin İnkalı'nın da ölümüyle şehir hala tam olarak bilinmeyen nedenle büyük bir sessizliğe gömülür. Yıllar, yüzyıllar birbirini kovalarken, bu arada saklı kentin üzeri, And Dağları'nın zirvelerinde yavaş ama sabırla gelişen orman tarafından sessizce örtülür. İnsanlık tarihinin gizemli medeniyetlerinden biri olan İnkaların en görkemli şehrinin bu sessiz bekleyişi tıpkı Mısır’ın gizemli piramitleri, Kaboçya’nın efsane Angkor’u, Java’ın ünlü Borabodur’u, Ege’nin Efes Antik Kenti, Batı Anadolu’nun Truvası gibi yüzyıllar süren bir yeraltı uykusuna yatar. Ta ki 1911 yılında bölgeye gelen Amerikalı tarihçi Profesör Hiram Bingham a kadar... Profesör Bingham, İnkaların İspanyollara karşı son savaşlarını verdikleri Vilcabamba kentini ararken Machu Picchu’yu tesadüfen bulur. Hem de 9 yaşındaki küçücük bir çocuğun yardımıyla.

Bingham; dünyanın en önemli arkeolojik keşiflerinden birini gerçekleştirdiğini hemen farkeder. Ancak yaklaşık 500 yıllık bitki örtüsünü temizleyecek ne malzemeye ne de adama sahip olmadığı için çevrenin fotoğraflarını çekip ABD'ye geri döner ve ertesi yıl tam teçhizat ve çok sayıda işçiyle gelerek arkeoloji tarihte yeni bir sayfa açmayı başarır ve tüm dünyaya İnkaları tanıtır. 1983’te UNESCO tarafından “Dünya Mirası” kapsamına alınır ve çevre düzenlemesi yapılarak ziyarete açılır.





Bir dünya gezgini olarak geç de olsa nihayet Amerika kıtasının en gizemli mekanına ayak basıyorum. İnkalar’ın Güneş Tanrısı İnti’nin bir etkisi mi yoksa sadece 2430 metre yüksekliğinden mi olacak, müthiş bir sıcaklıkla karşılıyor bizi Machu Picchu. Her yerde olduğu gibi yine Japon turistler herkesten önce gelip makinalarındaki pozları yarılamışlar bile. (Sadece Yogyakarta’daki Prambanan Tapınağı’na onlardan önce girmeyi başarmıştım.)

İnsanların bir çoğu henüz gitmemiş olsa da fotoğraflardan ya da belgesellerden aşina olduğu Andların yüksek kesimlerindeki efsane kent Machu Picchu’nun bir lamanın yüküyle ancak sığabileceği şekilde yapılmış giriş kapısı İnti Punktu’dan (Güneş Kapısı) içeri giriyoruz. Hepimiz bu büyüleyici görüntüyü hafızalarımıza kazımak için bir süre dış dünyayla bağlantımızı kesiyoruz. Etrafı büyük taş bloklu sularla çevrili ve her birinin önünde kendi bahçesi bulunan yüze yakın saray ve tapınak kalıntılarıyla karşılaşıyoruz. Yapıların büyük bir bölümü tek tarafı açık, gökyüzüne doğru giderek daralan büyük taş bloklardan oluşuyor. Şimdilerde hepsinin çatısı açık olsa da eskiden göğe yükselen bu sivri çatıların bitkilerle kapatıldığı söyleniyor. Kral Pachacuti’nin yaptırdığı bu efsane kentte hanedan ailesi ile onun yakınları ile hizmetkarlarından oluşan bin kişiye yakın bir nüfusu barındırdığı söyleniyor. Hiç bir teknik kullanmadan sadece kas gücüyle bu kadar çetin ve ücra bir arazide böylesi bir saltanat malikanesi inşa etmenin olağanüstü bir ustalık gerektirdiği ilk bakışta anlaşılıyor.

Antik kenti çevreleyen surların dışındaki eğimli araziler saray çalışanları tarafından taş duvarlar örülerekteraslara dönüştürülmüş. Bu teraslarda küçük tarlalar oluşturularak kentin gıda ihtiyacını karşılamak amacıyla patates, mısır ve çeşitli şifalı bitkiler yetiştirilmiş. Bu terasların hiç brinde en ufak bir bozulma olmamış, hepsi hala kullanıma hazır bir şekilde sapa sağlam duruyor. Dağ başındaki bu kentin su ihtiyacını karşılamak için oyma taşlarla yapılmış su kanallarıyla daha yüksekteki dağlardan su getirmeyi başarmışlar. İnkaların burayı daha çok bir ibadet yeri olarak kullandığı düşüncesi hakim. Güneşe taptıkları için Yüksek kayalıklara yerleştirdikleri elips şeklinde altından yansıtıcılarla astronomik gözlemler yapmışlar ve önemli tarihleri kutlamayı ihmal etmemişler. Güneşin yıllık döngüsünü inceleyip, en büyük törenlerini yaz gündönümü olan 21 Haziran tarihlerinde büyük şenliklerle kutladıkları tespit edilmiş.

Kutsal kent Machu Picchu için öne sürülen en önemli teorilerden biride buranın Güneşin Bakireleri için inşa edildiğidir. İnkalar için kutsal olan Azize, bakire Morena anısına bu tapınaklarda da “Güneşin Bakireleri” adında kızlar bulunurmuş. Saraylarda, İnka hükümdarlığı altındaki dört bölgeden getirilen kızların kaldığı güzel döşenmiş birçok oda varmış. Güneş Tanrısının hizmetine seçilen bu güzel kızların bakireliklerinin bozulmaması için çok sıkı korunan bir yerde hep beraber yaşarlardı. Sadece iki kişi birlikte dışarı çıkabilirlerdi ve genellikle bekçiler tarafindan takip edilirlerdi.

Bu kızlar, kurban törenleri sırasında mayalanmış mısır içkisi chicha’yı hazırlar ve kumaş dokurlardı. Bunlar yeni bir imparatorun başa geçmesi, İnka’da salgın bir hastalığın olması, deprem gibi önemli olaylarda tanrılara kurban edilirdi. Sadece kızlar değil çocuklar ve savaş esirleri de bozulan evrensel düzenin yeniden kurulması için kurban edilirlerdi.

Dört bir yana açık olan ve kentin en yüksek noktasında yer alan güneş gözlemlerinin yapıldığı ve hala bir güneş saatinin bulunduğu İntivatana sırtına çkıp bir süre oturdum ve etrafı seyrettim. Bu sırada bir kaç lama biz misafirlerine karşı umursamaz bir halde antik kentin meydanındaki çimlerde otluyordu. Birden Pablo Neruda bu büyülü kent için yazdığı mısralarını bu kez kutsal sütunların arasından haykırdı:

Taş setlerin yüksek kenti,

insan uygarlığının yalçın kalesi,

çökmüş krallık işgallere ve asırlara rağmen hala dimdik ayakta...

Güneş Tanrısı İnti’nin öğle vakti kasıp kavuran sıcağından kendimi biraz olsun korumak için antik evlerden birinin göneş görmeyen odalarından birine sığınmak zorunda kaldım. Yılda beş milyona yakın turistin ziyaret ettiği Machu Picchu’nun bir grup Uzakdoğulu ziyaretçisi antik kentin tam ortasındaki çimlerin üzerine sırt üstü yatmışlar ve el ele tutuşarak bir birinden aldıkları doğu felsefesinin mistik enerjisini buradaki kutsal güneş enerjisiyle birleştirerek Nirvana’ya ulaşma telaşı içindeydiler. Diğerleri ise dünyada ulaşılması çok zor olan bu mekana gelebildikleri için kendilerini adeta hacı olmuşcasına mutlu sayıp bu kutsal mekandan ayrılmadan önce onlara burayı hatırlatacak küçük bir çakıl taşı, ve yahut bir bitki ya da toprak parçası almayı ihmal etmiyorlardı. Hatta çıkışta pasaportuna “Machu Picchu’yu gezmiştir” diye damga vurduranlar bile vardı.